Bir Gecede Altı Bin Zetin Ağacı
Efsaneye göre; Ege kıyılarını gezerken yorulan Homeros, bir zeytin ağacı gölgesine oturur. Zeytin ağacı dile gelir ve Homeros’un kulağına şunları fısıldar: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.” -Alıntı-
Sarı iş makinelerinin ağır tarakları zeytin ağaçlarının köküne saplanırken, saplayanların dilinde ülke, zenginlik, refah, iş, umut gibi yüce değerler vardı.
“Beni bak oğlum beni” diye bağıracaktı bir amca; “O kesip durduğunuz ağacler goley mi yetişir saniyonuz siz?”
İş makinelerinden birisi egzozundan kara kara mazot dumanları çıkartarak yürüyüp, zeytin ağaçlarından en görmüş en geçirmiş olanını devirecekti. Zeytin ağacı ki başka bir ağaçtır. Kısa boylu, tıknaz, yere sağlam basan, karayağız köy delikanlıları vardır ya işte öyle. Kabuğu çile çekerken bile gülümseyen köylünün derin çizgilerle dolu yüzü gibidir. Yaprağı yeşildir ama gümüştür. Hele kökleri… Odun gibi değil, zeytin gibi değil, hem ikisi birden hem ikisi birden değil… Mis gibi güzel kokar kökleri.
Ağaç devrilince feryat eden amcalara, şalvarlı, başörtülü, yaşı geçkin ama gönlü genç, çevik mi çevik, yüzleri de elleri gibi toprak rengi teyzeler katılacaktı. Bir kıyamettir kopacaktı. Genci yaşlısı, eskisi yeni gelini hepsi bir olup buldozerlerin önüne atıvereceklerdi kendilerini.
Buldozerlerin sahipleri değil, sahiplerinin görevlendirdiği gencecik şefler bakacaklardı ki iş zora gidiyor, içlerinden tombul tombalak, göbekli temiz yüzlü olanlardan birisi geçecekti köylünün karşısına başlayacaktı dil dökmeye…
“Amcalar, teyzeler, dedeler, nineler etmeyin eylemeyin. Yeminlen bu sizin iyiliğiniz için. Şimdi karşı çıkıyorsunuz ama gelecekte göreceksiniz faydasını. Santral kurulacak buraya. İnşaatı, ustası, kurulduktan sonra kömürü, madeni, işçisi, memlekete, ekonomiye katkısı saymakla bitmez yararları. Kaç bin kişi ekmek yiyecek biliyor musunuz? Şimdi söyleyin hele. Ekmek mi istersiniz, zeytin ağacı mı?
Kalabalığın önündeki ihtiyarlardan birisi alacaktı sözü;
“Len olum.” Diyecekti “Okumuşsun şunca işçinin başına şef oluvemişsin emme bişeycik örenememişsin. Hem ekmek hem zeytin yesek olmez mi! Get biraz öte yere kuruver santralini.”
Sonra tombul şefin göbeğini işaret edip devam edecekti.
“Yalınız ekmek yirsen işte böle tombalak olverirsin. yağ bağların gübeğin şişer. Zeytin ye zeytin. Hem gafen çalışsın hem için. Ekmeği zeytinin yağına ban ki yidiklerini çıkarmek goley olsun. Böle yuvalene yuvalene gezme ortalık yerde.”
Bir kahkahadır kopacaktı. Genç şefin yanakları kızarırken kalabalık neşeli mi neşeli bir Ege Türküsünü hep bir ağızdan söylemeye başlayacaktı. Düğün gibi, bayram gibi… Hem ekmekleri hem de ekmeklerinin katıkları olan zeytinlerini kimselere bırakmayacaklardı…
Benim hayalimde böyle canlandı ama böyle olmadı elbette. Bir gecede 6000 ağacı hiç acımadan söktüler. Termik santral demek, daha çok kömür çıkarmak, daha çok maden açmak, daha çok madenci çalıştırmak demekti çünkü. Evet ne yazık ki ucunda ölümler olsa da, zeytinlikler, ağaçlıklar, ormanlıklar yok olsa da, havamız, suyumuz yani hayatımız ise karaya bulansa da daha memleketin ihtiyacı olan enerji demekti. Yine evet, bir termik santral sayesinde binlerce eve ekmek girecekti. Oysa büyük sır amcanın söylediğinde gizli. Her ne pahasına olursa olsun demeden hem ekmeği hem zeytini yemek mümkün. Mevlam güneşinden, rüzgarından, dalgasından, suyundan her türlü nimeti vermişken, o uğruna savaşlar çıkan enerjiyi elde etmek, kirletmeden, katletmeden yaşamak, zengin olmak da mümkün. Doğadan bugün çaldığın sadece bugünü kurtarır, sadece bugünün binlerce insanını doyurur ama ya yarın?
Hepsi bir yana, zeytin bu be… Sevmeyeni var mıdır?