Bir türkü dilime dolanıyor. Hikayesini öğrenince masanın kenarına parmaklarımla ritm tuttuğum anlar aklıma geliyor utanıyorum. Gencecik fidanların geriye dönemeyeceklerini bildikleri bir yolculuğa güle oynaya, ölümle alay edercesine çıkarlarken yaktıkları türküyü sonradan gelen kuşakların oyun havası zannederek dinlemelerine şaşırmıyorum çünkü şairin ana sütü gibi candan ana sütü gibi temiz dediği ve bir kaç sözcükte bir hayatı özetleyen sözcükler üzüntüyle sevinci, hüzünle neşeyi, acıyla tatlıyı birbirine karıştırıp yoğuruyor, ortaya coşkudan, gururdan oluşmuş bir eser çıkartıyor.
Dünyanın en büyük şairleri Anadolu’da yaşıyor. Şöhret kaygısı, isim kaygısı olmaksızın yüreklerden dökülen sözler asırlar boyu ağızdan ağza, dilden dile dolaşıyor. Anadolu’nun kocaman yürekli insanları, seviniyor türkü yakıyor, üzülüyor türkü yakıyor, kızıyor türkü yakıyor, ölüme giderken yine türkü yakıyor. Hem de ne türkü! Bazen bayan, bazen erkek, bazen hem erkek hem bayan sanatçılar birlikte, bazen koro söylüyor. İzleyenler alkış tutuyor, hadi hep beraber seslenişiyle “On beşliler gidiyor kızların gözü yaşlı” sözlerine hep bir ağızdan eşlik ediyorlar. Gidenlerin gittikleri yerden dönemediklerinin farkında değil hiç birisi. Oysa eğlenerek söyledikleri o türkü aslında büyük bir trajediyi anlatıyor.
O türkünün ilk söylendiği yıllarda Çanakkale Cephesi insan öğütüyor. Anadolu’nun her sokağı bir şehit sokağı, her köyü şehitler köyü olmuş ama yetmiyor. Boylu boslu, gösterişli eli silah tutan her erkek asker ya da asker adayı ama yetmiyor. On beş yaşının üzerinde olup da gönüllü yazılanlar askere alınıyor ama yetmiyor. Dünyanın öteki ucundan getirdikleri saf çocukları Çanakkale’den geçirmeye çalışan canavar cana doymuyor. İnsana doymuyor. Daha çok can, daha fazla insan istiyor ama yetmiyor.
1915 yılında yayınlanan bir genelgeyle on sekiz yaşını doldurmuş herkesin Çanakkale Cephesinde savaşmak üzere askere alınacağı duyuruluyor. O gün kullanılan Rumi Takvime göre 1315 yılında doğmuş olan gençler çağrılanlar.Yani on beş’ liler. Kimisi tahsilinin, kimisi mesleğinin ama hepsi gençliğinin başında hayatının baharında daha. Gidip de dönememek var ya kimin umurunda. İşte o zaman kopuyor yüreklerden o sözler. “Aslan yarim kız senin adın Hediye” diyen “Sevdiğim pek gönüllü, koyup da gidemiyom” diyen belli ki o gencecik fidanlardan birisi.
Sözlerde hüzün var.Sözlerde ayrılık var. Sözlerde gözyaşı var ama ya ezgiler? Belki de değiştirilerek, dönüştürülerek, oyun havasına çevrilen ezgiler… Değişmiş ya da değişmemiş, dönüşmüş ya da dönüşmemiş kim ne derse desin, O hazin sözlerin ardında açıktan açığa yaşanan gurur kendisini hissettiriyor.
Saçı kınalı bir kuzu; Dönsek de düğün bayram bize dönmesek de dercesine Aslan yarine son bir selam yolluyor. Kızların gözü yaşla doluyor.
Hey on beşli on beşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yarim kız senin adın hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Gidiyom gidemiyom
Sevdim terk edemiyom
Sevdigim pek gönüllü
Gönlünü edemiyom
Aslan yarim kız senin adin hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye