İnsan Yaşadığı yere Benzer
Her izine gelişimde demir korkulukların ardına birikmiş onlarca insan sanki beni karşılamak için bekliyorlarmış hissine kapılarak, hava alanının dış hatlar kapısından aynı heyecanla yumruk havada çıkasım geliyor. Uzaklarda yaşadığın o yerde ne kadar rahat, ne kadar huzurlu, ne kadar mutlu olursan ol hep bir şeyler eksik kalıyor. İşte memleketine ilk adımını attığın o anda yanıyor ışıklar. Dahası o uzak yerde kalın ipleriyle seni yakalamış olan sevdiğin ya da sevmediğin her ne varsa, yaşadığın gezegenden koparak uzay boşluğunda hızla yol alıp uzaklaşan büyük bir parça gibi senden kopuyor, senden uzaklaşıyor. Hafiflemişsin, yükünü atmışsın ama tamsın. Atmosfer değişiyor, çok daha kalabalık, çok daha karışık, çok daha zor bir şehre inmiş olmana rağmen çok daha kolay nefes alıyorsun. Sırtını yumuşak bir yere yaslamış gibi rahatsın artık. Sanki o yerde hiç yaşamamışsın. Oranın insanlarını hiç tanımamışsın.
Uzaklarda, bir yanı çöl diğer yanı göl olan, o eski köy… Coğrafya derslerinden alınmış yazlar kurak ve sıcak kışlar soğuk sözlerinin gerçekleştiği, insanların sessiz sedasız yaşayıp ömürlerini geçirdikleri bin dokuz yüz yetmişli yıllardan kalma evlerin biraz uzağında şantiyemiz. Dışarıda inşaatı devam eden fabrikanın her an yeni bir vidası sıkılırken, bir boru diğerine kaynatılırken, bir çekiç kalkıp diğeri inerken, bunaltıcı kağıt kürek işlerinin arasında geçiyor günlerimiz. Benim çocukları şen şakrak gülüşlerle kaynatırken yakaladığıma –ki onlara benim çocuklar demek hoşuma gidiyor- klasik yönetici afra tafraları yapmak yerine aralarına girmekten kendimi alamıyorum. Bir tatil muhabbeti alıp başını gidiyor. Proje bitecek, hep beraber Türkiye’ye tatile gideceğiz. İlk hafta kültür turu, sonraki hafta bol güneş, bol deniz, bol eğlence… Kızlar Sultan Süleyman’ın sarayını, alışveriş merkezlerini, erkekler tatil köylerini, Bodrum’u, Antalya’yı soruyor. Gerçekleşme olasılığı çok düşük olduğunu bildiğimiz bir hayalin büyüsüne kapılıyoruz hep birlikte.
Bazen İşlerin sıkıştığı anlar oluyor. Kaşları çatık bir yönetici şikâyetle geliyor. Hemen ardından endişeyle “Arkadaşlar!” diye Türkçe sesleniyorum; “İşverene giden tercümelerde hata varmış!” Benim çocuklardan birisi diğerlerine seri bir konuşmayla meseleyi Rusça anlatıyor. Hep bir ağızdan hararetle tartıştıkları sırada Rusça’dan Türkmence’ye geçip, en sonunda İngilizce cevap veriyorlar. Çok tuhaf. O savunmaya geçen sinirli kızların, ben bu hatayı nasıl yaptım duruşuyla yüzleri kızaran delikanlıların halleri hoşuma gidiyor. Yakama yapışmış mecburiyetler olmasa bir dakika durmayacağım bu yerden keyif almaya başlıyorum. Girdabın içinde dönmenin insana haz veren sarhoşluğu olmalı bu. Kendini o akıntıya bırakıp dönebildiğince dönmek. Sanki yıllardır buradaymışım ve yıllar yılı burada kalacakmışım gibi geliyor. Takvime bakıyorum; hava alanından yumruk havada ve hafiflemiş olarak, sevdiğim ve sevmediğim ne varsa çok ama çok ama geride bırakacağım güne daha aylar var ve anlıyorum ki Edip Cansever’in, Mendilimde Kan Sesleri şiirinde söylediği gibi “İnsan yaşadığı yere benziyor.”
Güzel bir yazı, tebrik ederim. Anlatım öyle güzel ki bir an okuyanı da sanki o uzaklara götürüyor..Amaa her ne kadar insan yaşadığı yere benzemeye başlasa da, başka bir deyişle doğduğun yer değil doyduğun yer dense de illaki Memleket..İllaki memleket havası..İllaki memleket insanı…
Yalın güzel bir yazı.Kutluyorum.