Bir kerede yuvasını bulup yerine oturan vidalı çivilerden biri dile gelse, “Beş yıldır burada, sapasağlam, sımsıkı, dimdik ayaktayım. Görünen o ki en az bir beş yıl daha kıpırdamam yerimden” dese, bu koca binanın kapılarında, dolaplarında, menteşelerinde, raflarında, pencerelerinde, çerçevelerinde ağır yükler taşıyan diğerleri de dile gelip hep bir ağızdan biz de buradayız diye bağırır mı? Bina, içindeki türlü eşya ve malzemeyle birlikte zangır zangır sallanır, kapılar gıcırdar, kapaklar açılır mı?
Beş yıl boyunca aynı koridorlarda dolaşmış, yemekler de aynı masaları paylaşmış, aynı saatlerde girip, aynı saatlerde çıkmış olmanın verdiği samimiyetle, “Beş yılda kaç bin vida geçmiştir elinden?” diye soruyorum Mehmet Usta’ya. Dudaklarının arasından çıkardığı bir vidayı elindeki vidalama matkabıyla zınk diye deliğine gömdükten sonra gülümseyerek cevaplıyor?
“Bini kabul etmem. On binler dersen olur?”
Ayaküstü küçük bir hesap yapıyoruz. Günde elli vida olsa, ayda bin beş yüz tatilleri düş yılda şu kadar, beş yılda rakam muazzam.
Mehmet Usta’nın elindeki küçük aletin sesi bir kez daha yükseliyor. Binlerin, on binlerin ucu hafızamın bir yerinde gömülü kalmış arama motoru sonuçlarına, ilginç bilgiler başlıklarına takılıp tüketilen yaşamların özetini terse çevrilen vidalar gibi dışarı çıkartıyor. Bir insan, ömrünün bilmem kaç yılını uykuda geçirir, bilmem ne kadar ton su içer, bilmem kaç milyon kez nefes alır diyorlar oysa o yiyip içip tüketen insan kendi ekmeğinin peşindeyken bir o kadar üretip hizmet veriyor, iş görüyor diğer insanları mutlu ediyor. Bir doktor kulağındaki steteskopun ucunu ömrü boyunca kaç küçük bedenin göğsüne değdirir? Bir hemşire sivri uçlu iğneyi kaç kabaya saplar? Fırıncı tezgâhındaki amcanın elinden ömrü boyunca kaç ekmek geçer? Bir terzi kırk yıl boyunca harcadığı ipleri uç uca eklese dünyanın çevresini kaç kere dolaşır? Ev eşyaları satan bir mağazadan çıkan ürünlerin kaç bin eve girdiğinin, aşçıbaşının doğradığı patateslerin sayısı şöyle dursun kaç bin kişinin boğazından emeğini geçirdiğinin, köşedeki balıkçının kar kış demeden buzlu sular içinde ayıkladığı hamsilerin kaç çocuğu büyüttüğünün hesabı nasıl yapılır? Bir anne ömrü boyunca kaç sofra kurar, tombul, zayıf, beyaz ya da esmer bilekleriyle kaç dilim ekmek keser, kaç tepsiyi fırına verir?
Çok uzaklarda aramaya gerek yok. Üreteni, ürettikleriyle hayata katkı vereni bulmak için birazcık kendimize dönüp ellerinize, bir aynanın karşısına geçip yansıyan görüntüye bakmamız yetiyor. Her gün görev bilip yaptığımız işlerin kendimiz için olduğu kadar diğer insanlar için de olduğunun farkına varmadan yaşayıp gidiyoruz. Beden gücü harcayarak çalışanımız da, beynindeki fosforu ekranlara emdirip, beyaz kâğıtlar üzerine akıtanımız da yıllar sonunda geride bıraktığı işlerle aynı niceliğe ulaşıyor.
Bir işte haftada yirmi saat düzenli olarak çalışırsanız on yıl sonunda on bin saate ulaşır o işin otoritesi olursunuz diyor uzmanlar. Bu hesap sadece saat üzerinden yapılıyor oysa o becerikli elleriniz, bazen geri adımlar atarak işinin yolunu tutan ayaklarınız, nurunu tüketerek çalışan gözleriniz, aklınız, fikriniz, alın terinizle, kısacası emeğinizle yaşam ustası, yaşatma ustası oluyorsunuz. Hesabı kolay; günde şu kadar olsa, ayda, yılda, on yılda…